"İskandinav mitolojisi soğuk, uzun uzun geceleri, bitmeyen yazları olan yerlerin hikayesidir. Tanrılarına güvenmeyen, hatta onları sevmeyen ama onlara saygı duyan ve onlardan korkan insanların hikayesidir."- Neil Gaiman
Isınamayan geceler, uzayamayan çimenler, sisin arasından gün yüzüne çıkamayan dağ tepeleri ile bilinir o kent. Bir kar yağar, bir yağmur. Yağmur yağmadığında kar, kar yağmadığında yağmur. Sessizliğin arasından çiseleyen yağmur hipnoz gibi. Başlarında bereleri eksik olmayan balıkçıların ıslak bir liman kenti. Norveç Denizi’ne kıyı. Deniz kenarında martıların uçmadığı, mercan yerine kıyıların yosun ile yıkandığı, kumsaldan da yoksun bir liman kenti. Hiç kimsenin yüzmediği bir liman kenti. Orası deniz akımının en hızlı olduğu, en büyük dalgaların bile saniyeler içinde bırakıp kaçtığı yer. Hiç yabancı ağırlamaz. Yerlileri bile denizin yanlış tarafında doğduklarından şikayetçi. Belli mevsimlerde denize açılıp yakaladıkları tüm canlıları satana kadar geri dönmeyen balıkçılar. Norveç Denizi’nde ihracatın Norveç Denizi’nin ihracatına döndüğü yer. Balıkçılar da gittiğinde yalnızlıktan daha da yağış veren, kışın herkes evine kapanınca terk edildim diye fırtınalar kopartan, biraz hasta liman kenti.
Kenti ayakta tutan tek şey buz gibi Norveç Denizi. Yerliler, yetişkin hayatlarının yarısından çoğunu bir gemi güvertesinde somon yakalamaya çalışarak geçirir. Bütün mal ve mülkleri için denize borçlu olduklarını söylerler. Çocuklar, balıkçılıktan toplanan para ile büyüdüklerinde balık satabilmek için okutulurlar. Daha fazla balık yakalayabilmek için, daha hızlı ihracat yapabilmek için ise balıklardan gelen para ile yeni gemiler satın alınır. Yalnızca bir deniz geçindirir herkesi. Yine de denize bacağını sokan veya elini değdiren bir cesur yürekli olmaz. Su, kışın donmadan o kadar soğur ki mavi rengi yerine bulutları andıran beyaza kaçar, geceleri bile soğuğun getirdiği beyaz tonu ile ay altında parlar. Ayrıca, söylentilere göre Odin, asırlar önce denize bir yılan atmış ve bu yılan kendi kuyruğunu tutabilir hale gelene kadar büyümüş. Eğer Jörmungandr tutuğu kuyruğunun tekrar bırakacak olursa kıyamet kopacağı inanışı yerliler arasında hâlâ çocuklara anlatılan bir masal. Donmak istemeyen ebeveynler denize asla el değdirmezken, Jörmungandr’ı rahatsız etmek ve dünyanın sonunu getirmekten korkan çocuklar da ona çok yaklaşmaz.
Kayalıklar denize uzak olsa da yükselen su seviyesi ile deniz, kıyıya her gün daha da yaklaşıyor, dalgaların kolları daha da ileriye uzanabiliyordu. İklim krizi ekvatorda kıtlık oranını artırmış, bu unutulan kentte sinsice su seviyelerini yükseltmişti.
Herman ve arkadaşları zil çaldıktan sonra deniz kenarından evlerine yürürlerdi. Kayalıklar arasından bata çıka yollarını kat eder sonra birer birer evlerine dağılırlardı. Karaya erişebilecek kadar gerinen dalgaların çocukların rotasını ıslattığı bir gün, Herman’ın ayağı kaydı. Dalganın ıslak kolu, Herman’ın duru, sıcak vücudunu aşağı çekti ve alnı, denizin gardiyanları misali dizilmiş kayalıklardan birinin şövalye kılıcı gibi çektiği sivri ucuna çarptı. Saniyeler içinde, çocuğun yarılmış alnından akan sıcacık kırmızı kan, soğuk kayalıklar üzerinde dondu. Herman’ın yüzü gittikçe rengini kaybediyor, kayalıklardan kaldıramadığı kafası önce bir hayalet gibi beyaz, sonra mavi tonlara bürünüyordu. Kayalık kırmızıya büründükçe o morarıyordu. Tam o sırada büyük bir dalga çocuğun ölü bedeninin yattığı kayalıklara çarptı
ve Norveç Denizi, Herman’ın cesedini yuttu.
Kış aylarında, o sularda donmak bir dakika bile almazdı. Ceset kaskatı kesildi ve ‘dünyanın en hızlısı’ olan deniz akımıyla okyanusa doğru sürüklendi. Herman’ın cansız bedeni mosmor bir et parçasından fazlası değildi artık ve kutuplara sürüklendikçe yalnızca suyun üzerinde süzülen bir menekşe yaprağı gibi görünüyordu.
Çocuğun cesedini hiçbir zaman bulamadılar. Denizden yıl boyu tonlarca balık çıkarmayı başarabilen halk, bir ilkokul öğrencisinin vücudunu tutup da sulardan çekemedi. Bazıları bunu Jörmungandr’ın yaptığını söylüyordu.
Sonunda. Yıllardır ondan çaldığımız balıkların şimdi bizden acısını çıkartıyor. Attığımız ağların deniz tabanını rahatsız ettiğini biliyorduk da neden durmadık? Siyanürün zehir olduğunu biliyorduk da niye suya attık?
Siyanürü resiflerin arasına sıkınca görünmez, mavi rengi sanki suya aitmiş gibi yapar onu. Sessizce ve gizlice öldürür balıkları. Herman’ın mavileşen cesedi de saniyeler içinde suya aitmiş gibi görünmüştü. Pembeliğini korusaydı belki de suyun dibinden görünürdü bir gün. Ancak hiç kimse mavi bir bedeni su yüzünden fark edemezdi. Balıkların bile tükenmekte olduğu, siyanürlü, soğuk sularda öldü. Cenazesi suya uzak yapılmak istendi ama liman kentinde karada bile suya uzak hiçbir yer yoktu.
Küçücük tabutunu boş kaldırdılar.
Bazıları vücudunu Draugen’in çaldığını söylüyordu. Yıllar önce denizde ölen bir adamın hayaleti olarak bilinen bu mitin denizde çığlıklarıyla kurbanlarını avladığı kasabada dolaşan hikayelerden sadece biriydi. Fırtınalara Draugen’in haykırışı deniyordu, Herman’ı da belki o yakalamıştı ve bedenini gün yüzüne çıkarmıyordu. Ya da sadece suydu çocuğu götüren ama bir kasaba nasıl suya karşı gelsin?
Suya kim savaş açacaktı? Yunanlıların sıcak denizlerinde koşuşturan bir Poseidonları yoktu onların.
Yıllar boyu varlığın özü olarak bilinen suya mı karşı geleceklerdi? Devasa bir yılan, deniz yosunuyla kaplı bir hayalete karşı koyabilirler, ama hayatlarını geçindiren suya nasıl küsebilirlerdi?
Ölümünden sonra denize açılanlar pişmanlığa benzer bir duyguya kapıldı. Suya o kadar yakın olmak istemiyorlardı artık. Ya balıkçılıktan başka yapacak bir şey bilmediklerine pişman ya da Herman’ı kurtaramadıklarına pişmanlardı ama işleri bir daha hiçbir zaman aynısı olmamıştı. Akşam yemeğinde verilen tüm balıklara karşı yüzlerini ekşitiyorlardı artık. Çatalları yemekle oynarmışçasına balığı tabağın bir köşesinden öbürüne sürüklüyordu. Bıçağı ete götürmeleri zorlaşmıştı. Bir çocuğun gömüldüğü yerden tutulan balıklarla beslendikleri fikri bir türlü çıkmıyordu akıllarından. Eskiden aldırmadıkları balık ve yosun kokusu şimdi burunlarını yakıyordu. Kayalıklara çıkıp intihar edenler de oldu. Bizim suçumuz, denizin küstahlığı bizim yüzümüzden, diyenler. O soğuklarda güzel düşünceler gelmezdi insanın aklına.
Şimdi Norveç Denizi’ne kıyısı olan bu soğuk kasabaya gidecek olursan, ki oraya hiçbir zaman yabancılar gitmez, asık suratlarıyla denize açılan insanları görürsün. Kazandıkları parayı harcamaktan çekinen melankolik bir halk ve artık kayalıklardan yürümesi yasaklanan onca çocuk. Yerliler hafta sonları bir arada dua eder, çocukların sıcak ve pembe derileri için. Balıklar için veya gemileri için değil. Jörmüngandr ve Draugen’e barış sunarlar her geçen hafta, suya ve dalgalara edecek laf bulamadıkları için. Eskiden kurtarıcıları, en yakın arkadaşları olan deniz şimdi onlara evden çok uzak gelir. Su korkuları onları yönetir hale gelmişken yıllar boyu biriktirdikleri yas, içten içe kemirir onları. Ona boyun eğmekle başkaldırmak arasında, sevgiyle nefretin harmanlandığı bir çizgide durmaktadırlar şimdi. Çok ince bir çizgi.
İyi ve kötü
canlı ve ölü,
bağlılık ve bağımlılık,
doğum ve yas,
bir katil, bir anne, bir sınır
mavi
ve mor
ve pembe
Onlar için hepsi su.
Comments