Bazı geceler lunaparka bu kadar yakın bir dairede oturduklarından şikayetçi olurdu. Geceleri, iki perdesini de indirmesine rağmen aralarında daima oluşan o oluktan içeri sızan renkli ışıklar, karanlığa çoktan bürünmüş olan yatak odasının tavanına yansırdı. Mor, mavi, yeşil ve hepsi göz kamaştıran neon tonlarında, onunla alay edermişçesine narin duvar kağıtları üzerinde dans ederlerdi. Ta ki parlaklıkları kocasının şimdiye kadar kapanmış olan gözlerinin üzerine düşsün ve adam ani bir sarsıntıyla uyansın. Kocası erken uyumayı severdi. Bu yüzden lunaparkın akşam vardiyası başlamadan onların tüm lambaları sönmüş, çarşafları açılmış olurdu. Onun evinde kocası uyurken herkes olabildiğince sessiz olup, olabildiğince ölü davranmalı ki adam uyuyabilsin. Peki kim çoktan ateşlenmiş havai fişekleri bir adam uykusunu alsın diye durduracaktı? Her cuma 10.30’da patlayan ışıklar, kendisi de çok iyi biliyordu ki, durdurulamayacak bir gerçekti. Şunu da biliyordu, her cumartesi birbiri ardına gelen PAT sesleri ve odalarına gizlice giren ışık gösterileri kocasını uyandırdığında adamın bakışları sadece şaşkınlık dolu olmayacaktı. Gözleri kontrolsüzce titreyecek, hâlâ uyuyan ses tellerini zorlayıp bağıracak, sesi çıkmazsa eline gelen ilk şeyi kavrayıp güçle fırlatacaktı. Her cumartesi bu yüzden ikisinin arasına dolgun, elle tutulur bir yastık yerleştirirdi, bir şey fırlatacaksa onu fırlatsın diye. Bu yüzden lunaparka bu kadar yakın oturmaktan şikayetçiydi. Bazı geceler...
O sabah her zamanki gibi kocasından erken uyanmıştı. Kaç yıldır evli olmalarına rağmen kocası onun uykulu bakışları ile elektriklenip kafasının etrafında bir sis gibi doluşan saçlarını daha önce hiç görmemişti. Ona sorsanız sabah yarım saat erkenden kalkıp, yetişecek bir işi olmasa bile makyaj yapmasının, üstünü değiştirmesinin hiçbir külfeti yoktu. Yetişmesi gereken işi buydu belki de. Geceleri dışında kocasına gecelik ile gözükmemek. Kocasının istediği geceler dışında kocasına gecelik ile gözükmemek. Akşamları silip sabah olunca rujunu tazelemek. Kocasına yanağının gerçekten pembe, göz kapağının gerçekten mavi olduğunu düşündürmek.
Tuvalete girdi ve kapıyı arkasından kilitlediğine emin olduktan sonra saten geceliği üstünden narince kaydı. Hava günışığı tarafından aydınlatılacak kadar erken olsaydı tuvaletlerindeki fare deliği büyüklüğünde olan pencereden içeri giren bir tutam ışık, geceliğin üzerinde parlayacak, belki gözlerini kamaştıracak, belki aynaya bakıp kendi çekiciliğini fark etmesini sağlayacak ve sabah ihtiyaç duyduğu tebessüme eser miktarda kavuşacaktı. Yalnız hava hala karanlık, kocası hala uyuyordu. Aynanın ışıklarını açmaya da utanmıştı. Ya kapının eşiğinden bu parlak ışık sızar da uyumadığı zamanlar aslında hiçbir şey görmeyen kocasının, kapalı gözleriyle bu ışığı görmesi tutarsa? Belki böyle şeylerle kafayı yormamalıydı ama bazı kurallar konulmuştu. Ta evlenmeden önce konulan bazı kurallar, kocasıyla bile tanışmadan pek önce konulan kurallar.
Üzerini de tuvalette değiştirdikten sonra zamanın nasıl geçtiğini anlamadan bir tost yapmış, kahvesinin koymuştu ki kocası alelacele içeri daldı. Adam da kendi kahvesinden bir yudum aldıktan sonra kupa ve gazetesiyle salondaki koltuğuna oturdu. Daha ikinci yudumu almadan televizyonu da açmıştı. Karısı hep aynı anda nasıl hem gazete okur hem de televizyon izler diye düşünürdü. Belki ikisini de gerçekten anlamıyordu. Gözünü kaçırmak için yapıyordu hepsini. Belki kadından, belki de şu bir türlü alışamadığı yeşil duvar kağıdından. Daha önce onu kirli ve baş döndürücü olarak açıklamıştı. Yemek yerken de mide bulandırıcı olduğunu tekrarlayıp duruyordu. Bununla kafa yormak istemeyen ve kendine kocasının ona değil de duvar kağıdına bakmamak istediğini kanıtlamaya çalışan kadın, bir sohbet başlattı. Komşularının yeni doğan çocuklarından bahsetti ki bu kocası için hiç ilgi çekici olmamıştı. Onun dalgın bakışlarını fark edince konuyu borsaya çevirdi ama konuştukça televizyonun sesinin yükseldiğini duyabiliyordu. Sustu ve kocasının iş için çıkmasını bekledi.
Dairelerine yeni taşınmışlardı. Kocasının işi de en fazla iki aylık olduğu için henüz mahallede tanıdığı olmayan ve iyi gelirli bir iş bulamayan kadının, öğlen üstleri hatta akşamları evde yalnız kalması artık rutin olmuştu. O gün de bunun dışında hiçbir şey olmamıştı. Evde yalnızken ne yaptığı zaten hiç kimsenin umurunda değildi. Kocası bundan bihaber, işten döndüğünde gününün nasıl geçtiğini sormaz, bu sefer ilk televizyonu açar sonra gazetesini kapardı. Ancak o akşam, güneşin erken battığı bir kış günüydü ki gökyüzünün bitmemiş bir tabloymuşçasına renkten renge geçmesi, bir anda gözlerini almıştı. Sadece sıcak tonların bir karışımı da değildi bu sefer. Adeta pembeydi. Bu, kadında narin ve romantik duygular uyandırmak yerine kanını kaynatıvermişti. Pembe gökyüzünün altında son sürat bir lunapark. Dışarı baktığında dönme dolabın, gittikçe yükselen salıncakların bitmek bilmeyen hareketliliği içini kıpır kıpır etmişti. Saat 9 olmak üzereydi, heyecandan yüzüne bir tebessüm düştü. Gözleri çocukça parlayan kadın, o cuma lunaparka yürüyüş mesafesinde bir daire tuttukları için o kadar mutluydu ki saat 10.30’da patlayacak olan havai fişekleri ne olursa olsun kaçıramazdı. Terliklerini giydi, üzerini bile değiştirmedi ve kapıyı hızla çarparak merdivenlere yöneldi. Kıpır kıpır titreyen vücudunu asansörü beklemek için durduramamıştı.
Dönme dolaba bir yabancı yanında bindi, şu güne kadar varlığından haberdar olmadığı mavi pamuk şekerlerden yedi, ve onun çocuğu olacak yaşta miniklerle bir atlı karıncaya çıktı, hatta ellerini sıklıkla atın üzerinden kaldırarak göğe uzattı, başını yıldızları izlermişçesine yukarı kaldırdı ve mor, mavi, yeşil, neon renkler kendi burnunun ucunda PATladı. Her patlamayla oluşan dairesel desenler gökte tekrar patlıyor, içlerinden birkaç tane daha şekil çıkıyor ve onlar da patlıyordu. Ve yeni şekiller ve pat ve mavi ve mor ve yeşil ve pembe gökyüzü üzerinde bir disko topu. Kadını bir gülme tutmuştu. O akşam, o cuma akşamı Serap, eve dönmemeye karar verdi.
Patlayan havai fişekler ardından kocasının çoktan eve dönmüş hatta yatağa yatmış olabileceği geldi aklına. Aralarına yerleştirdiği yastığı heyecanıyla unutuvermiş olan Serap, adamın bu sefer neyi tutup fırlatacağını düşündü. Ya eli baş ucunda sakladığı takı kutusuna giderse? Adamın bir anda kopuveren bu gibi dengesiz davranışlarından ne kadar sıkıldığını ancak o cuma akşamı 10.30’dan bile sonra fark edebildi. Lunaparkta istikrarla dönen dönme dolaba baktı. Her binene yukarı çıkma fırsatı tanıyan bu devasa alet hiç bozulmuyor, önce bir kabine yukarı taşıyor sonra sıra bir diğerine geçiyordu. Fark ettiği şey, dönme dolabın tepesindeyken hissettiği gibi daha önce hiç hissetmemesiydi. Gökyüzünü hiç öylesine pembe görmemişti, oturduğu evin pencereleri pek küçük, perdeleri hep örtülü bir de hep orada, başının üstünde yer etmiş bir çatısı vardı. İçten içe ne istediğinin farkına varmaya başlayan Serap, bir daha eve dönmeyeceğim dedi. Bunu yanı başında duran, yüzünü pamuk şekere boğmuş oğlana söylemişti.
Kocasını bu şekilde bir daha hiç görmezdi. Ona oldukça yeni gelen bu düşüncesi içini ısıtmaya başlamıştı bile. Onca zamandır mutsuzluğunu hiçbir şekilde kocasının üstüne yüklememişti, ta ki kendi acısı için suçlu bulduğu lunaparka bir akşam gitmeye karar verene kadar. Evet bu cuma eve dönmeyecekti, bir sonraki cuma da... ve kafasında cumaları sayıp durdu. Hadi bir ay geçti de, nerede kalacaktı? Evinden kaçan kadının hikayesini duyanlar kim olursa olsun, ailesi bile, delirdiğini düşünürlerdi. Kadınlarda bu tarz ruhsal bozuklukların daha yaygın olduğunu kocasının sabah okuduğu gazetede görmüştü. Hem böyle düşünülürse, yaşı da gün geçtikçe büyüyecek, nasıl iş bulacaktı. Şimdi önündeki dönme dolaba baktıkça başı dönüyor, gökyüzünün pembeliği karanlık bir lacivert tona bürünüyordu. Kafasını kurcalayan sorular, binalardan daha yükseğe çıkan salıncaklar, arabanın içinde zıpladıklarını gördüğü patlamış mısırlar, bu gece soğuğu aslında onun için güvenli değil sadece baş döndürücüydü. Bir süreliğine başı dönmüş olmalıydı, belki de dönme dolapta çok yükseklere çıktığı içindi... belki tansiyonu düşmüştü o an. Nedenini koyamadı ama ne kadar saçmaladığının bir anda farkına vararak cuma akşamını dışarda geçirmemeye karar verdi. Bu cuma akşamını ve bir sonrakini. Kim bazen kocasından sıkılmaz ki, diye düşündü. Yeni evlendiği için henüz başka evli çiftlerin ilişkileri hakkında çok bilgisi yoktu. Başı dönmüş olmalıydı. En kötü bunaldığımda gelir bir kere dönme dolaba binerim, şanslıysam pembe gökyüzü benim için yüzünü gösterir, sonra çatımın altına tekrar dönerim diye düşündü.
Şiddeti artan rüzgarla eve sürüklendi adeta. Karanlık yüzünden elleri korkuyla titremeye başlamıştı, anahtarı zar zor deliğe yerleştirip içeri girdi. Kapıyı çok az aralamıştı ama bu içeriden gelen gülüşmeleri duyması için yeterliydi. Kocası ve hep oturduğu koltukta uzanan bir kadın figürü el ele kıkırdayıp duruyorlardı. Adam eliyle karşısındaki bilinmeyen yüzü okşuyor, ona kendince iltifat bildiği cümleler savuruyordu. O aynı adam, kapının aralığından içeri sızan koridor ışığına da görmüştü. Görmüştü de... bu sefer de görmezden gelmeye karar vermişti. Gecenin bu saatinde eve gelebilecek tek kişinin karısı olduğunu biliyordu ancak onun da en kötü tekrar tansiyonu düşer, bir tur dönme dolaba biner, geri çatısının altına gelir diye düşünerek, kavramakta olduğu gizemli kadın vücudunu bırakmadı. Hem karısı pembe gökyüzüne tekrar uzanıp geri gelene kadar, evdeki beklenmedik misafir de gitmiş olurdu. İhtiyaç duyarlarsa da her cuma bu yeni rutinlerini tekrarlarlardı.
Kommentare