16 yaşında, İsveçli bir öğrenci ve aktivist olan Greta Thunberg’in çağırılarıyla 15 Mart’ta tam 123 ülkeden öğrenciler, bu okul günü bir araya gelip küresel ısınmanın aciliyetini belirten bir yürüyüş yaptılar. Toplam 1.4 milyon öğrencinin katıldığı söylenen bu yürüyüşler bulundukları ülkenin hem sivil toplumuna hem de politikacılarına hitap ediyordu. Öğrencilerin tuttukları pankartlarda “iklimi değil sistemi değiştirin!” ve “B gezegeni yok!” gibi ifadeler arasında “Annenizi öldürüyorsunuz!” cümlesi ilgimi çekti.
Burada geçen “anneniz” tabi ki “dünyamız”. Dünya, toprak ve doğa, üreten, koruyan ve bakan bir güç olarak algılandığı için çoğu zaman feminenlik ve annelik ile bağdaştırılmıştır-toprak ana. Hatta çoğu inançlarda kutsal sayılmıştır. Yalnız bu inançlar tüm içtenlik ve gerçekçilikleriyle günümüze taşınamadığı, kültürler zaman geçtikçe asimile olduğu ve dünyamız gittikçe kentleştiği için doğa, düşüncelerimizdeki kutsallığını kaybetmiştir. Doğanın yüceliği inancını benimseyen çoğu doğu felsefesi de yine sömürge veya sanayileşme karşısında kuşaklar arası etkili bir şekilde iletilememiştir.
Günümüzde bu doğu inançları ve felsefelerini kalıcılaştırmaya çalışan ve yeni kuşaklara tüm saflığıyla yansıtan önemli isimlerden biri Hayao Miyazaki’dir. Çoğumuzun Ghibli Stüdyoları’ndaki filmleri ile tanıdığı Miyazaki sadece Japonya’da değil tüm dünyada en iyi animasyon yapımcıları arasında sayılmaktadır. Filmlerinde insanın teknoloji ve doğayla olan ilişkisi, geleneksellik, tüketici toplum, zanaatkarlığın önemi ve 2. Dünya Savaşı sırasında yaşamış biri olarak pasifizme değinmiştir.
Miyazaki’nin filmleri, domuza dönüşen ebeveynler, balık çocuklar, kedi otobüsler ile birbirinden çok farklı ve bir o kadar grotesk olsa da hepsinin ekrana taşıdığı ortak bir inanç vardır. Bu, Şinto adı verilen ve Japonya’daki popülasyon’un %80’inin hâlâ geleneklerine göre yaşadığı antik bir Japon dinidir. Şinto’ya göre yaşadığımız dünyayı ‘kami’ adı verilen ve aynı insanlar gibi dünyada yaşayan ruhlar ile paylaşıyoruz. Kami hem bu ruhları hem de onları birleştiren gücü temsil ediyor. Bu şekilde her şeyi birbirine bağlayan gerçeklik kami, ruhları da doğaya bağlamış oluyor. Bazıları kötü olan bu ruhların iyileri, insanları korumak ve yönlendirmek ile de görevliler. Şinto inancına göre dünyanın merkezinde olan, doğayı kendi menfaatleri için harcayan insan değil doğanın kendisidir.
Miyazaki’nin filmlerine bu ideolojiyle bakacak olursak karakterlerinin doğaya duyduğu büyük saygıyı kolaylıkla açıklayabiliriz. Örneğin Miyazaki’nin uluslararası en ünlü filmlerinden biri olan “Komşum Totoro”da iki kardeş (Satsuki ve Mei) babalarıyla birlikte ormanın tanrısı Totoro’nun yaşadığı ağaca gidip şükrederler. Bu, tanrıların doğa içindeki yerini kolaylıkla kabullendiklerinin bir göstergesidir. Batı felsefesinde doğa insana hizmet etmek için yaratılmış olsa da Miyazaki’nin filmleri buna tamamen karşı gelir.
Başka bir örnek olarak “Ponyo” filmini verebiliriz. Burada deniz dışındaki hayatı incelemek isteyen ama bir balık olan Ponyo’nun babası Fujimoto aynı zamanda okyanusun en önemli ruh/güçlerinden biridir ve Ponyo’nun su yüzüne çıkmasına karşı gelir. Bunun nedeni deniz kirliliğini detaylı şekilde yansıtan filmdeki Fujimoto’nun, insanların doğaya verdiği zarar konusunda bilinçli olmasıdır. Fujimoto Ponyo’yu bu konuda uyarırken “İnsanoğlu! Onlar denizi mahvediyor. Evine boş, kara ruhlarmışçasına bakıyorlar!” der. Burada doğanın paylaşılan bir ev olduğunu ve gelişen dünyadaki insanların bunu bilmezlikten geldiğini duyurmuş olur.
Miyazaki’nin şintoizmi en çok yansıtan bir diğer filmi ise “Prenses Mononoke”dir. Filmde Irontown olarak bilinen kentin insanları, ormanları yok ederek sanayileşmektedir ve kurt ruh/güçleri tarafından yetiştirilen bir kız (San) bunu durdurmak için Irontown’un lideri (Lady Eboshi) ile çatışır. Lady Eboshi’nin amacı orman ruhlarını öldürüp ormanı tamamen Irontown’un ekonomisi için harcamaktır. Çoğu ruhun insanların doğayı mahvetmeleri karşısında sinirli ve vahşi yaratıklara dönüşmesi doğadaki ahenk bozulunca insan ve olağanüstü canlılar arası ahengin de bozulduğunu gösterir.
Bu yönleriyle Miyazaki, filmlerinde şintoizmi yansıtarak ekolojik problemlere dini bir açıdan da ilgi çekmiş olur ve doğanın ‘anneliğine’ bir göndermede bulunur. Tabi her şeye radikal yönden bakan bazı kimseler Miyazaki’yi aşırı geleneksellik veya eski kafalıktan suçlayacak olabilir. Miyazaki’nin buradaki felsefesini çarptırmamak gerekir. O, filmlerinde sanayileşmenin beraberinde getirdiği doğadaki yapısal bozukluktan bahsetse de yeniliğe ve gelişen teknolojiye karşı değildir. Aksine, doğayla barış ve işbirliği içinde olmanın öneminin altını çizme ve Japon kültürünün kaybolmamasını sağlama derdindedir.
Comments