I.
Küçükken her şeyi annemle yapardım. Şu an yaptığım şeyleri de birileriyle yapıyor olsaydım biliyorum ki onları da annemle yapıyor olurdum. İlk defa annemsiz dışarı çıktığımda berbere gitmek içindi. O gün babamla tek başıma kalmak, arkamı dönüp de annemin kılavuz niteliğindeki tebessümünü görememek – çünkü berberin yolu uzundu ve ilk defa annem evin kapısını kapatırken içeriden tıraşlı sırtını göremiyordum, sadece boyumu epey aşan kapının önünü görüyor, çıkardığı o gıcırtı sesini bir ayrılış olarak duyuyordum– işte, bunların hepsi sinirlendirmişti beni. Hâlâ neden kadınların farklı yerlerde tıraş olduklarının bu yüzden anlamıyorum belki de. Veya bu yüzden saçımı evde kesiyorum. Evet, hem kime güvenebileceğimi nasıl bilebilirim ki? Bana bugün tıraşlı gitmemi söyledi. Annemi bunun benim adıma ve dolayısıyla kendi adına daha güzel bir profil çizeceğini düşünüyor. Daha az bir deli... ya da bir evsiz gibi gözükürmüşüm. Yabancılaştırdıkları hep onlar oluyor zaten. Deliler ve evsizler. Uzun saçlı, sakallı, bıyıklı deliler ve evsizler. Bir de kadınlar. Uzun saçlı, sakallı, bıyıklı... ya da sadece kadınlar. Bazen, annem oluyor.
Hava bu kadar sıcakken evden çıkmak oldukça rahatsız edici, hele bu gömlek ve pantolonlarla. Babamınkileri giyidim. Mahkemede herhangi birinin bunun fark edeceğini düşünseydim böyle bir şey asla yapmazdım. Kemer de onun, ayakkabılar ise evde bulduğum en pahalıları, onun ayakkabıları yani. Burunlarını parlattım, hem ışıldıyor hem de yürüdüğümde dansözmüşüm gibi sesler çıkartıyorlar. Galiba yalnızca donum ve çoraplarım gerçekten bana ait, zaten daha da fazlasına ihtiyacım olduğunu sanmıyorum... Babam çekmecesindeki don ve çorapları götürmüş. Annem bunu fark edince bile polisi aramamamı söylemişti ama o an korktum. Babamın kaybolmasından korkmadım. Eğer gerçekten kayıpsa ilk bulanın ben ve annem olmasından korktum, bunun yerine polis onu bulup bize haber verebilirdi ve kim bilir, belki de eve geri getirmezlerdi babamı. Bu yüzden aramıştım polisi. “Tüm beyazlarını yeni yıkamıştım, şimdi başıma açtığı işe bak.” demişti annem.
- Ya kaçtıysa?
- Onca yıl sonra mı? Hem fark ettiysen buralarda kaçacak pek bir yer yok.
- Ya uzağa kaçtıysa?
- Donlarının parasıyla mı? Onları yıkatmak için geri gelecektir.
Polis eve geldiğinde annem onlarla konuşmadı. Yalnızca, “Ben kaçtığını zannetmiyorum.” demişti. Neredeyse otuz senedir evli olan bir çift için bu cümle bana çok ilginç gelmemişti. Bu çift annemle babam olduğu için, bu cümle bana hiç ilginç gelmemişti ama polis farklı yorumlamış olmalı ki şu an annemin mahkemesine gidiyorum. Belki de rujunu tam olarak dudağına değil de biraz da olsun çenesine sürdüğü için, rimeli aktığı için, belki de şortu çok kısa olduğu ve bacaklarını uzun süredir almadığı için... Veya platin sarısı ile siyahın karıştığı, akşam işe gidene kadar taramadığı için adeta bir aslan yelesine dönüşen saçı, tırnakları ile sökülebilecek hale gelene kadar silmediği ojeleri, parmaklarındaki yanık, kesik, deterjan izleri yüzündendi. Morluklar, kırmızıya kaçan morluklar, bazen maviye kaçan morluklar, çok olmasa da yeşile kaçan morluklar. Biliyorum, renkli olduğu içindi.
Eve gelen polislerin kadınları renkli görmeye alışık olmadıklarını ancak onları tutuklamaya alışık olduklarını da biliyorum. Bunu bilmişliğimden yapıyor değilim, liseden sonra okumadım ve hâlâ annemin parasından geçiniyorum, bunları da biliyorum. Eminim ki polis olabilirdim ama olmadım işte. Polis veya annemin mahkemesindeki yargıç olabilirdim. Sadece ondan para çalmanın mı yoksa onu tutuklamanın mı daha kötü olduğunu düşünüp duruyorum. Birkaç sene sonra borçlarım birikmiş olacak ve ona geri ödeyebilmek için bir işe girmem gerecek ama hangi işin onu hapsetmeyeceğine karar veremiyorum. İş seçmek etik bir şey olmasa gerek, bir gün deli veya evsiz olursam, belki bugün bir deli veya evsiz olursam kendime bunu hatırlatabilirim.
Babam çalışıyordu, işini rahat seçmişti çünkü ahlak ilkelerini kendi kendine oluşturan bir maldı. Gel gör ki yine de anneme borçlu. Hem görgüsüz hem de borçlu olunca insanlığı ikiye bölen incecik bir çizginin tam üzerinde oluyorsun. Bir ip üzerinde dengede durmak akrobat değilsen oldukça zordur ancak babam ve epeyce insan yıllardır bu ipte yürüyorlar, biliyorum. Belki de bu yüzden kaçtı, kötü olduğu için.
II
Bazı insanlar karar vermekte o kadar iyi ki, beni korkutuyorlar. İyi denilmez aslında, hızlı. Bazı insanlar o kadar hızlı kararlar alıyor ki korkuyorum. Annemin mahkemesini merak ediyorsun, mahkemede ne giydiğini... ama dürüst olmam gerekirse hatırlamıyorum. Çok hızlı geçip gitti, onun mahkeme odasına getiren adamlar saniyeler sonra tekrar almaya geldiler ve korktum. Beni de alacaklarını zannettim çünkü o odada annemle birlikte bir ben vardım. Kravatıyla avukatı ve cübbesiyle yargıç bir yana, annemin arkasında oturan bir ben vardım. Çok büyük ve çok boş bir odaydı, annemin konuşmasına izin verdiklerinde sesi yankılanmıştı, sanki birkaç kadın bağırıyordu. “Başıma hiç bunları açacağını düşünmezdim.” demişti. Belki birkaç cümle daha ve sonra alıp götürdüler. Babamı onun öldürdüğünü düşünüyorlar. Ev içinde ve aile arasındaki cinayetlere alışıklar, bir konu üzerinde durup düşünmektense çoktan bildikleri adlarla oynayıp duruyorlar. Oysa ortada bir kanıt bile yok, yani babamın cesedi yok, belki de ona en çok ihtiyacım olduğu zamanda yok.
Bazen annemle beni de götürselerdi keşke diyorum. Evin kirasını tek başıma veremiyorum. Geçenlerde onu ziyarete gittim ve bana hapiste el altından satış yaparak para kazanabileceğini söyledi çünkü hapishane filmlerindeki gibi sabun yapmaktan pek para kazanılmıyormuş. Markasız ve ‘iyi bir neden uğruna’ olan bir sabunu gündelik kullanan birini hiç gördün mü sen? Yine de anneme paraya ihtiyacım olmadığının söyledim, yalan söylemek borçlanmaktan daha iyi olabiliyor. Kendi doğrumun farkına varmadan yalan söyleyemem oysaki gerçeği tamamen bir kenara atarak anneme daha çok borçlanabilir, reel olan durumumu göz ardı edip sadece ondan yararlanabilirim, umursamaz ve çıkarcı olabilirim. Bir mal gibi anneme içerden iç çamaşırı, çikolata ya da eroin satmasını söyleseydim sapık bir iş yöneticisine dönüşecektim. Aslında basit bir iş yöneticisine dönüşecektim. Ona halihazırda borçluyum bir de gidip onu satan bir işin başına geçemem, patron olmaya sıcak bakmıyorum. Liderlik becerilerim olmadığından değil, hem önemli olan liderlik becerileri değil biliyorum. İlkokulda grup çalışmalarından kaçan biri olarak istesem aptal bir tarikatın lideri bile olabilirim. Hiç sınıf başkanı olmadım ama bu yeterince lider, yeterince akıllı veya yeterince özgüvenli olmadığımdan değil. Annemi hep çok sevdim, zengin olup, belki de bir CEO olup onu sırtından bıçaklayan insanlara dönüşemeyecek kadar çok sevdim. Evim elimden gidecek ve ben hâlâ işsizim.
III
Evi elimden almaları uzun sürmedi çünkü bankaya sunacak hiçbir şeyim kalmamıştı, babam sözde ölmüş, annem ömür boyu hapis yatacaktı, ben de şu hayatta yapabileceğim en masum işe girmiştim. Yalnız, kahve yaparak kira ödenmiyor, eğer kiranı ödemek istiyorsan insanların gözünün yaşına bakmadan bir iş seçmen gerek. Tabii annem sokakta olduğumu bilmiyor, onu hafta sonu ziyarete gittiğimde genelde babamı çekiştiriyoruz, evden bahsetmiyoruz.
-Boş ver, donunu çorabını yıkama onun, istersen bizim odaya yerleş ama yatağın solunda uyu, daha sıcak oluyor. Geri gelirse ilk anahtarını al, en önemli silahı anahtarı, sonra da pis pala bıyığının altında gizlenen dudakları, çok konuşacaktır ama onun çamaşırlarını yıkayıp durmak istemiyorsan dinleme, anahtarını al.
Az daha söylemesini unutuyordum. Bir gün annemi ziyaretten gelirken ilk polisi aradığımda olmasından korktuğum şey oldu. Babam geri gelmişti ve bunu ilk gören bendim ama beklediğim gibi korkuyla tepki vermemiştim. Aylar geçmişti, belki de çok büyümüştüm veya babamın gerçekliği o kadar silik bir hikayeye dönüşmüştü ki yavaş yavaş unutuyordum onu ve içten içe herkesin de unutmasını diliyordum.
Karşıdan gelen bir adam, ak sakalları omuzlarını aşıyor, don ve bir çift lekeli çorap, toprak lekesine bulanmış. Bir yabancı gibi değildi sadece küçüktü. O kadar küçüktü ki zayıflamış, neredeyse donuna sığamayacak hale gelmişti. O gün onun gömleğini giyiyordum ama fark etmedi.
Yanına yaklaştım:
-Neredeydin?
-Berberde, seni de çağırmıştım ama gelmedin.
-İyi de sakalların her zamankinden daha uzun.
Ona bir adım daha yaklaştım ve ağzından çoraplarına kan damlayana kadar onu dövdüm. Evsizdim, ve sokağın ortasında şiddetle bir çıplağı dövüyordum. Tırnaklarımın arası kanla dolmuştu ve babamın kokusunu avcumun içinde alabiliyordum. Erkek ve kadınların neden farklı yerlerde tıraş olduklarını anlamıyorum, babamın niye berbere gittiğinin veya üzerine neden bu kadar ağır bir koku sıktığını... Odun kokusu tütün kokusuna, tütün kokusu madeni para kokusuna ve o da burun deliklerini yırtan amonyak kokusuna dönüşmüştü ve şimdi tırnağımla parmaklarım arasına sinmişti. Evsiz ve deliydim. Ama biliyorum, iyi hissediyorum, biliyorum artık annemin hapiste kalması için renkli vücudu yeterli bir neden olmayacak. Belki de onun yerine ben hapse gireceğim çünkü deliyim ve evsizim. Gözlerim titriyor, eklemlerimin arası kırmızıya kaçan bir mor ve maviye, biraz olsun da yeşile. Yürürken hafiften sola kaydığımı hissediyorum ve hangi bacağım bilmiyorum ama biri hep geriden geliyor, babamı hareketsiz vücuduyla beraber sıcak betonun üzerinden sürüklüyorum. Renkli, deli, evsiz, işsiz, aç ve kim bilir belki de bir katilim ama korkmuyorum, çünkü o ince ipten o kadar uzaklaştım ki artık asla düşemem.
Comments